Bir Düşün.....

"İnsandaki Fıtrat Manaları Allah Fıtratı’na uygun olup insana Ahseni Takviym özellik kazandırır. Bu manaları kalp (kalıp) barındırır. Diğer bir deyişle bu manaların oluşturduğu paket kalptir. Bu yüzden bunu fark edenler “Kalp Gözü, Mana Gözü” gibi tabirler kullanmışlardır. İnsanda bir de Format Manaları vardır ki bunlar dȗniHi algı ve zann’larıyla “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla şekillenmiş hislerdir, insana Esfele Safiliyn özellik kazandırırlar. Bu sebepten format manaları küfür manalarıdır, Sadır’da bulunurlar. Fiziksel anlamda “Sadır” kelimesi ile kast edilenin bir özelliği de Var olmayan ama varmış gibi muamele gören hislerin (zanların) yeri olmasıdır. Zannların yani var olmayan ama varmış gibi muamele gören hislerin havuzu sadırdır. Bu tanımın temelini oluşturan, “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla oluşturulan her histir. Böyle bir hissin manası vehim zulmeti kapsamında zan olup yeri sadırdır. Zan manaların kalpte yeri olmaz..."

M. Yılmaz Dündar


Bir Düşün.....

"İnsanın Allah’ın kulu olduğu bilincini bozan yegâne şey “dȗnillah ve dȗniHi” bakışa sahip olmaktır. Bu bakışın devamı, “dışında (duniHİ)” dediği yerde müstakil varlıklar var sanmaktır. Bir kere Allah'ın dışı kavramını oluşturdunuz mu, artık dışında varlıklar mutlaka olur. Böylece kul Allah’a karşı veya Allah’la beraber veya Allah’ı var saymayarak Sözde İlahlığı’nı ilan etmiş olur; "dȗniHi (dışı)" zannıyla birlikte ilahlık ilan edilmiş olur."

M. Yılmaz Dündar


Bir Düşün.....

Halifetullah Vasıflı İnsan'ın "kazanılmış değişim"ini Hakk yolda gerçekleştirebilmesinin olmazsa olmaz şartı önce Billahi anlamda iman etmektir. Daha sonra bu imana uygun hayat tarzı oluşturmaktır. İşte böyle bir hayat tarzının da olmazsa olmaz şartı, Kader'e doğru şekilde iman etmektir. Kadere doğru şekilde iman edebilmenin olmazsa olmaz şartı ise, kişinin hayaline Kader Manasının hâkim olmasıdır. Eğer insanın hayaline "La ilahe illallah" Kelime-i Tevhidi'nin gerekleri hâkim değilse, "olmazsa olmaz" diye saydıklarımızın hiç birisi gerçekleşemez. İnsanın hayali ilah olarak Vahidül Kahhar olan Allahın hâkimiyetinde olmalıdır. İnsanın hayali "eşhedü en la ilahe illallahül EhadüsSamedülleziy lem yelid ve lem yüled ve lem yekün lehü küfüven ehad" şehadeti üzere olmalıdır. Yani insanın hayali esfele safiliyn formatın veri tabanından temizlenmeli ve kendisinde aslen bulunan ahseni takviym üzere olan veri tabanına kavuşmalı, Allah fıtratı üzere olan aslına dönemlidir. İnsanın hayalinin ana veri tabanının "La ilahe illallah" Kelime-i Tevhidine uygun olması gerekir. Aslında insanın hayalinde o var, yani insanın hayali Allah fıtratı üzere ve ahsene takviym yapılı. Ancak esfele safiliyn format o hayali başka bir veri tabanına çevirmiş, var olan veri tabanını formatlamış. Dolayısıyla kadere doğru iman edebilmek için insanın hayalinde "kader manası"nın açılabilmesi ve hayale "kader manası"nın hâkim olabilmesi için bu esfele safiliyn formatın veri tabanının temizlenmesi gerekir ki böylece oradaki asıl veri tabanı (Allah fıtratı üzere olan ahseni takviym veri tabanı) açılsın. "İnsan ahsene takviym üzere yaratıldı" demek, "onun hayalinde ahsene takvim veri tabanı oluşturuldu" demektir; Takviym "bilgi" demektir, "veri" demektir, günlük hayatımızda "takvime bak, takvimi oku" diye kullanırız ya, orada bir bilgi olduğu için adı takvimdir. Ahseni takviym, doğru/gerçek bilgi sunan takvim/belge demektir. Halifetullah Vasıflı İnsan'ın hayali veri tabanıdır, işte ahseni takviym oradaki veri tabanıdır, oradaki Allah fıtratı üzere olan veri tabanı "ahseni takviym" olarak belirtilmiştir. Eğer insanın hayali duniHİ algı ve zannlarına göre tertip almış ve kendi ilahlık hissiyatının hâkimiyetinde ise ve o hayalde ayrıca o insanın ilahlık hissiyatının ihtiyaçları çerçevesinde ilan edilmiş başka ilahlar da varsa böyle bir hayalde kader manası açılamaz. O insan kadere doğru bir şekilde iman edemez; çünkü böyle hayaller beşeri bilgilerle kısıtlanmışlardır, düzlemsel düşünebilen veri üreten hayallerdir. Dolayısıyla nefsi ilahlık hissiyatına bürünmüş bir insanın "kadere iman ediyorum" açıklamasının o nefse olumlu bir getirisi olmaz. Eğer kişinin nefsi ilahlık hissiyatına bürünmüş ve kişinin bundan haberi yoksa, temizlemeye de çalışmıyorsa ama müslüman olarak imanın şartlarından birisi "kadere iman" etmektir, öyleyse "ben kadere iman ediyorum" diyorsa; bunu demekle o kişinin hayali gerçekten kadere iman ediyor bir tertip alamaz; bu şekilde "kadere iman ediyorum" açıklaması, o kişinin nefsine olumlu bir getiri sağlamaz. Nefsi ilahlık hissiyatına bürünmüş ve hayali de ilahlık hissiyatına göre tertip almış bir insanın "la ilahe illallah" demesi, bunu binlerce kez söylemesi, o nefs için hedeflenen kazancı sağlamaz. İnsan nefsini ilahlık hissiyatından temizlemek ve kurtarmak amacıyla kendi nefsinin ilahlık hissiyatına, duniHİ ilahlık hissiyatına yönelik "la ilahe" demesi gerekiyor. Eğer "la ilahe"yi böyle diyorsa önemli... Burası çok önemli! Çok önemli bir uygulamayı söylüyoruz. Önce "La ilahe illallah" diyen kişinin amacı çok önemli: Nefsini ilahlık hissiyatından temizlemek! Bu amaçla söylemesi lazım! Eğer kişi "la ilahe illallah" Kelime-i Tevhidi'nin "la ilahe" kısmını kendi nefsinin ilahlık hissiyatına söylüyorsa; nefsini ilahlık hissiyatından temizlemek amacıyla nefsinin ilahlık hissiyatına, nefsinin duniHİ ilahlık iddiasına yönelik "la ilahe" diyorsa ve nefsine doğruyu öğretmek, doğruyu talim etmek için de "illallah" diyorsa, işte bu çok yerinde ve çok değerli olan, o kişiyi nefs-i mutmainneye kadar taşıyabilecek zikrullah çalışması olur. Bu şekilde zikrullah çalışması yapan, bunu hayatının önceliği haline getiren bir kişi bu zikrullahla nefs-i mutmainneye kadar gider. Bu çalışmayı, bu zikrullahı yapan insanın hayatı duniHİ ilahlardan temizlenmeye başlar. "La ilahe illallah" Kelime-i Tevhidi'nin zikrullahı nasıl yapılır, onu tanımlamış olduk. Oysa dünyada "la ilahe illallah" Kelime-i Tevhidi'nin zikrullahı bu amaçla yapılmamaktadır..."

M. Yılmaz Dündar


Bir Düşün.....

Rab ÖĞRETEN demektir; Rabbim demek “öğretmenim” demektir. Bir öğreten var. O’na RAB diyoruz, öğreten O’dur. İşte Allah'ı doğru tanımayla (marifetullahla) birlikte O’NA bir sevgi başlar; gerçek sevgi başlar. Başlamasın mı? Bana korunmayı, cehennemden kurtulmayı, cennet halini nasıl yaşayacağımı öğretene, kendini tanıtana duyulan sevgi! Rabbimi (öğretmenimi) sevmek; bu yeni sevgi çok farklıdır. Tanıyınca Rabbimi gerçek sevgiyle sevmeye başlıyorum. Ve bu sevgi bir zincirle devam ediyor: Bana o hakikati öğretirken Rasulü (SAV) ile öğretti! İşte o Rasulü (SAV)'i sevmeyi de öğrenmek gerekiyor. Düşünün, çok önemli bir hastalıkta hiç tanımadığınız bir doktorun operasyonuyla hayata kavuştunuz. O doktoru nasıl sever, ona nasıl duacı olursunuz.... “Beni hayata o kavuşturdu” diye hediyeler götürür, halini hatırını çok içten sorarsınız... Sonsuz hayatınızla ilgili çok önemli bir bilgiyi ve onun yaşantısını size önceden haber veren, yaşantısıyla öğreten bir Rasul var, sallallahu aleyhi vesellem. İşte şimdi O’na duyulması gereken gerçek minnet ve sevgi doğuyor... “Ya O’nu tanımasaydım” korkusu ve telaşıyla... “Ya O’nu bilmeseydim, ya O’nu işitmemiş olsaydım, ya O’nun ümmeti olmasaydım, nasıl bir hayat olabilirdi” diye bir telaşla O’na (SAV) duyulacak bir sevgi... Bu ilim o sevginin başlangıcıdır... Bu anlattıklarımız sevginin doğru başlangıçlarıdır, "doğru sevgi"nin başlangıçlarıdır...

M. Yılmaz Dündar


Bir Düşün.....

Ayetlerde hemen her şeyin "Allah'tan korku"ya bağlandığını görürsünüz; Allah'tan korkarsanız müslimler olarak ölebilirsiniz", "Allah'tan korkarsanız sizde Furkan açılabilir", "Allah'tan korkarsanız temizlenebilirsiniz" gibi... Bu ayetlere bakıp "Kur'an hep korkudan bahsediyor, insanları korkutuyor" yorumu yapıldığına çok rastlarsınız. Bu tamamen işi bilmeyen, kavrayamayan cahillerin yorumudur. Bu yüzden bu gibi yorumlara itibar edilmemelidir. O ayetlerle Kur'an inananlar için bir yanlışı düzeltiyor ve onun mantığını açıklıyor; korku ayetlerini yayarak korku anlatmıyor. Kullar normalde var olan korku hislerini kendileri dâhil olmak üzere şirke çevirdiklerinden, bu şirkten kurtulmaları için korkuyu yönetmeleri gerekiyor, Kur'an o ayetlerle müminlere korkuyu nasıl yöneteceklerini anlatıyor, korkutmuyor! Elinizdeki korku hislerini nasıl yöneteceksiniz, bunu öğretiyor. Kullar kul olmanın gereği korku hislerine sahipler ve bu hisleri yanlış yönetiyorlar. Daha ilerisi, bu hisleri şirke sebep hallere sokuyorlar. İşte Kur'an korku hissini yönetmenin doğrusunu öğretiyor. Özellikle inkârcı duniHİ ilahlar ve tüm duniHİ ilahlar, Kur'an'da geçen korku yöntemini Allah'ın kullar için kullandığını sanıyorlar; Allah kendisini korku yöntemini kullanarak kullarına anlatıyor sanıyorlar. Veya bazıları da Kur'an'ı Allah'tan bilmedikleri için, birilerinin yazdığını sandıkları için, "yazdılar" dedikleri kişilerin okuyanlar bu yazılanlara itibar etsin amacıyla korku yöntemini kullandığını sanıyorlar. Mevzuyu bilmedikleri için... Oysa o ayetlerde, ahiretteki konumuna hazırlanan Halifetullah vasıflı insan, Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisi ile tercihini yerine getirirken yanlış yönettiği "korku" hisleriyle kendi aleyhine tercih yapmasın diye, En'am Suresi 12 ve 54. Ayetlerde belirtildiği üzere, kul için kendisine merhameti farz kılan Rabbi tarafından uyarılmaktadır... Kur'an'daki korku ayetlerinin en önemli sebeplerinden birisi, kul olmanın gereği var olan "korku hisleri"nin doğru yönetilebilmesinin öğretilmesidir...

M. Yılmaz Dündar


Bir Düşün.....

"Vech aslında nedir? Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu ile anlaşılabilen, fark edilen ve hissedilen, Kendinde Kendine Göre Var hali takdim edebilme, duyurma, gösterme, yaşatma ihtiyacıyla “ben de varım, beni de kâle alın” gibi hamleleri de içeren bir ifadeyle Allah’ın söyleyebilirsin diye verdiği izin ve yetkiyle söylenen “BEN” takdimi kast ettikleriyle birlikte o söyleyenin vechidir. İşte, bu tanımladığımız vech Rum Suresi 30. Ayete göre Allah fıtratı üzeredir. Bu tanımladığımız vech Tiyn Suresi 4. Ayete göre Ahsen-i Takviym vasıflıdır. Bu vech, A’raf Suresi 172. Ayete göre “Allahım, Rabbim SENsin” bilgisi kendisine nakşedilmiş ve bu nakşedilmeye de şahit olmuş olarak sahiptir; yani bu vech bu bilgiden haberdardır. Ahzab Suresi 71 ve 72. Ayetlere göre insanın yüklendiği emanet bu vechtir. A’lu İmran Suresi 20. Ayete göre insanın Allah’a çevirmesi, teslim etmesi, Allah’la irtibatını kesmemesi gereken ve “Eslemtü vechiye lillahi” demesi gereken, hedefinin bu sesleniş olması gereken işte bu vechtir. Eğer bir kişide bu vech duniHi algıdaysa o vech haniyf olmaz. Bu vech “müstakilen var ve muhtar” olduğunu iddia ediyorsa haniyf olmaz. Bu vech ilahlık hissiyatıyla kaplanmışsa haniyf olmaz. Bu vech duniHi algının zannlarına, heva ve heveslerine tabi olmuşsa kişi haniyf olmaz. Bu veçhin muhtarlığı yani duniHi anlamda hürriyeti söz konusu ise bu vech haniyf olmaz. Bu vech, iletişimini duniHi algı konuşma diliyle yapıyorsa haniyf olmaz, o ancak bir duniHi ilahtır. Enbiya Suresi 29. Ayete göre de duniHi ilahların yeri cehennemdir. Haniyf olabilmenin en alt çizgisi duniHİ algıya sırtını dönmek, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını reddetmek, duniHi algının zannlarıyla ve bu zannların açılımlarıyla terk etmek üzere mücadeleye başlamak, bu mücadeleyi hayat tarzı haline getirmektir. Yaşantıda “Ya Rabbi, sözümü unutmadım, gücüm yettiğince sözümün arkasındayım” demek, “Eslemtü vechiye lillahi” demektir..."

M. Yılmaz Dündar



Bir Düşün.....

"Talibin sonuçlarla ilgili cümle kurarken dikkat etmesi lazım. Her sonuç, yaşadığımız hayattaki her sonuç gözle görebileceğimiz bir Allah hükmüdür. Allah hükmünü gözüyle görmek istiyorsa bir kişi sonuçlara baksın. Her türlü fiil, her türlü sonuç Allah’ın hükmüdür. Sonuç derken kast ettiğin şey kapsamlaştıkça, genişledikçe Allah’ın hükmünü de görmek o kadar sık olur. Allah’ın hükmünü sürekli görebilirsiniz... Her türlü fiilde, her türlü sonuçta Allah’ın hükmünü görmek FİİLLERİN TECELLİSİni başlatan şeydir. Fiillerin tecellisi denilen şey odur... Bu hassasiyeti gösterirse kişi fiillerin tecellisi kapısını açar: Her türlü sonuç Allah’ın hükmüdür..."

M. Yılmaz Dündar



Bir Düşün.....

"Hep sorulur, “şu işi şöyle mi yapacağız?” diye. Öncelik yapılan işin şekli değildir; bir işi duniHi algı ve zannlarıyla ve “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yapmamaktır; mesele hep budur: İşimizi bu iddia ile yapmayacağız, bir işi yaparken birisinin ilahlık hissiyatına prim yaptıracak şekilde yapmayacağız. Peki, bunu nasıl anlayacağız, yani nasıl olacak da biz bir işi duniHi algı ve zannlarıyla yapmayacağız, nasıl olacak da biz bir işi “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yapmayacağız; nasıl olacak da biz birisinin ilahlık hissiyatına prim vermeyeceğiz? Konuşma Dili ile… Bunu halledecek şey konuşma dilidir. Siz nefsin şerrinin konuşma dilini kullanırsanız her işinizi duniHi algı ve zannlarıyla yapıyorsunuz demektir. Siz nefsin şerrinin dilini kullanıyorsanız işinizi “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasıyla yapıyorsunuz demektir. Siz eğer işinizi nefsin şerrinin dilini kullanarak yapıyorsanız bir başkasının ilahlık hissiyatını coşturuyorsunuz, ona prim veriyorsunuz demektir. Dolayısıyla, mücadele etmenin yolu öncelikle “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını reddetmiş, ilahlık hissiyatına sırtını dönmüş olmaktır. Bu şarttır: Cümleleri, fiilleri duniHi algısız gerçekleştirmek gerekiyor. Bunun en kolay yolu ise şudur: Ne söyleyecekseniz ve ne yapacaksanız onu mutlaka Allah ile ilişkilendirmek! Siz eğer “Müstakilen varım ve muhtarım” iddiasını reddetmişseniz, duniHi algı ve zannlarını fark etmişseniz, onları reddediyor ve onlarla mücadele ediyorsanız, o zaman siz sözlerinizi ve fiillerinizi mutlaka Allah ile ilişkilendirmelisiniz..."

M. Yılmaz Dündar



Bir Düşün.....

"Ahseni Takviym fıtratın çalışma ahlakı yani Amentü Billahi imanının ahlakı merhamet, sevgi, barış ve huzur üzeredir. İman ve şükür esastır. Yöntem ise Hakk ve adalettir. Buna karşılık esfele safiliyn formatın çalışma ahlakı, yani bir duniHi ilahın ahlakı, merhametsizlik, nefret, ğıll, bozgunculuk ve huzursuzluk üzeredir. İsyan ve nankörlük ise esastır. Çok dikkat ediniz lütfen, yöntemleri yalan söylemek ve hak yemektir. Amentü Billahi diyenler için Rabbimiz, merhamet üzere olmayı bize hedef göstermiş ve En’am Suresi 12 ve 54. Ayetlerde merhameti kendisine de farz kıldığını bildirmiş, böylece Billahi anlamda iman edenler için Allah ahlakını duyurmuştur. Ayrıca, Amentü Billahi deyip Allah ahlakıyla ahlaklanmak isteyenlere Rabbimiz Asr Suresi 3. Ayette Hakk’ı ve sabrı ve Beled Suresi 17. Ayette de merhameti kendinize ve birbirinize tavsiye edin öğüdünü vermektedir. Bütün bunlarla beraber belki anlarlar, belki tövbe ederler diye kendilerine her türlü misal verilen duniHi ilahlar, nankörlükte, merhametsizlikte, Allah’a ve Rasullerine karşı savaşta ısrar ve inatçı olarak katılaşmış kalplerine dönüş yaparlarsa, Rum Suresi 58 ve 59. Ayetlerde Rabbimiz “bunlar artık geri dönmezler. Bunların dosyaları kapanmıştır.” demektedir. Muhafaza buyur ya Rabbi..."

M. Yılmaz Dündar



Bir Düşün.....

"Billahi anlamda iman edenlerin Hakk yolda gerçekleştirecekleri Kazanılmış Değişim’lerinde şükür mekanizması çok önemlidir; neredeyse “Kazanılmış Değişim”in olmazsa olmazı niteliğindedir. Nahl 78, Müminun 78, Mülk 23 ve Furkan 62. ayetlerden şükür mekanizmasının bir matematik içerdiğini, hatır için bir teşekkür sistemi olmadığını görüyoruz. İnsanın, şükür mekanizması için donanımlı olduğunu, bunların da Sem’ (iletişim imkânları), Ebsar (görme, gözlem yapma, izleme ve seyir imkânları) ve Fuad (Sem ve Ebsar ile elde edilen bilgilerin kalpte analiz-sentezini yaparak bir sonuca varma) sistemi olduklarını öğreniyoruz. Sem’, Basar ve Fuad imkânlarıyla Allah’ın ayetlerini tezekkür edersek görürüz ki: Anın ve andaki tüm hallerin dileyeni, hüküm sahibi, yöneticisi ve istikrarını sağlayanı Allah’tır. Ayetlerdeki “ne kadar az şükrediyorsunuz” uyarısı Sem ve Basar’ından gelen bilgilerle Fuad’ında Hakk sonuçlara ulaşarak şükür mekanizmasına dâhil olmuşların bazıları içindir, bildiği ile amel etmeyi bazen yapan bazen unutanlar içindir... Şükür mekanizmasının hayat tarzı haline gelmesi ve bu durumun insanda kesintisiz bir hal alması, “Kazanılmış Değişim”in ileri basamakları için çok önemlidir. Bu ayetlerdeki uyarıdan öğreniyoruz ki şükür mekanizmasından çıkmak Allah’ı unutmak demektir.

M. Yılmaz Dündar



Bir Düşün.....

"Zikrullah'tan maksat şudur: Allah Fıtratı üzere olan kalb manalarının, kalb aklının Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu'nda idrak, irade, fiil olacak bir HİS SURET oluşturması, bu halin beyinde alan açması, yaşantı olarak da fıtrat üzere manaların talipte sürdürülebilir, geri dönüşsüz hayat bulmasıdır. Zikrullah manadır ve mana üzerinden ilerler. Başka bir deyişle; Zikrullah, Allah fıtratı üzere kimlikler kazanmış "HİS"tir ve yaşamasını da "HİS" üzerinden yapar. Dolayısıyla; Esfele Safiliyn yaşantıyı benimseyip sonra da Zikrullah diye lafız tekrarlarını sihirli bir araç görmek kişiyi doğruya ulaştırmaz..."
"Zikrullah bir hayat tarzıdır. DuniHi algı ve zannlarını fark etmiş, reddetmiş; "müstakilen varım ve muhtarım" iddiasına sırtını dönmüş bir kalbin Allah Yokmuş Gibi davranmaması, Allah’ı hiç unutmaması, bu sebeple birçok yöntem geliştirmesi, bu konuda Allah’ın Kanunlarından yararlanması; hayal, düşünce, fikir, yorum, konuşma dili ve beden dilinden "müstakilen varım ve muhtarım" iddiasını daim temizlemeye çalışması gayretlerinin toplamı bir zikrullahtır; gerçek zikrullahtır..."

M. Yılmaz Dündar



“Rasulullah (SAV)'in yaktığı ateş...

Bakara-17: "Onların (ibretlik) misali (karanlık gecede) bir ateş yakan kimsenin durumu gibidir. O ateş yanıp da etrafını aydınlattığı anda, Allah onların nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır; (artık hiç bir şeyi) görmezler. "
Misalde ateş ve ateş yakan vardır. Ateş sebep olduğu aydınlık sayesinde insanın gerçek olanı görmesini sağlar. Kur'an'ın konusu gereği görülmesi gereken gerçek Hakk'tır. Hakk'tan habersiz olarak yaşayanların BATIL hayat tarzları ise karanlık ile ifade edilir ki, bu ise aslında vehmin zulmeti denilen "gerçek örtücüsü"dür.
Kişide duniHİ algı ve zann'ları vehmin zulmetini oluşturur ki, bu anlayış Kur'an için karanlıktır. İşte bu karanlığı aydınlatan İslam Nuru ise bu misalde ateş ile ifade edilmiştir. Bu ateşi yakan esas kişi ise, İslam Nuru'nu yaymak ile görevli olan Rasulullah (SAV) Efendimiz'dir. Rasulullah (SAV) Efendimiz'in İslam Nuru meşalesiyle etraf aydınlanmış, Hakk ve Batıl belli olmuş ve birbirlerinden ayrılmışlardır. Hatta Billahi anlamda iman edenler için Hakk batılı yok etmiştir. Çünkü; İsra-81 ile "De ki: Hakk geldi, batıl silindi. Muhakkak ki batıl silinmeye çok mahkûmdur" buyrulmaktadır.
Rasulullah (SAV)'in yaktığı ateş etrafı ve etraftakileri aydınlatınca dili ve kalbi ile "Amentü Billahi" diyerek haniyf olanlar yani "Ancak Allah Müstakilen VAR ve Muhtardır; başka müstakilen var ve muhtar yoktur. Biz bu duruma şahitlik ederiz. Yine şahitlik ederiz ki, Muhammed Mustafa (SAV) de Allah'ın kulu ve Rasulü'dür. "Müstakilen varım ve muhtarım" iddiasında bulunanların iddiaları yalandır, iftiradır, batıldır ve yok hükmündedir" diyenler ki bu mana Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet ile ifade edilir; işte böyle diyenler ve bu manaya uygun ameller yani salih ameller işleyenler Biiznillah Allah'ın nuruna dâhil oldular.

M. Yılmaz Dündar
15 Eylül 2022

Fıtrat Manaları, Format Manaları

Ef’al âleminde temel fiil “HİSSETMEK”; uygulayıcı fiil ise, HİSSETTİRMEK”tir. Ef’al âleminde her türlü akış “His” üzerinde, “His”den oluşarak, “His” ile yürümektedir. Kimlik kazanmış his yoğunlukları “mana”ları oluşturur. Allah Fıtratı üzere yaratılan ve Halifetullah olarak görevlendirilmiş insanın Kalbı ise fıtrat üzere manalar ihtiva ettiğinden ahseni takviym vasfı gösterir. Dünya hayatına duniHİ algı ile başlayan insan, zann’ları sonucu “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasıyla fıtrat üzere manalarına “ilahlık” formatı atarak da esfele safiliyn vasfı gösterir. Sadrını “Müstakilen Varım ve Muhtarım” iddiasının hâkimiyetinden, geri dönüşsüz şekilde, temizlemiş olan ve Billahi hal üzere bulunan veli zatın kalbındaki fıtrat üzere manalar fonksiyon kazanır, dolayısıyla veli zatın sunduğu bilgiler de fıtrat üzere manalar olur. Bilgi, hayatımızda çok önemli yeri olan bir tanımdır, bu nedenle biraz bilgiyi tefekkür edelim. “BİLGİ” diye bildiğimiz tanımın iki hali vardır; “İfade Edilen Bilgi”, “Hissedilen Bilgi”. Bilgideki bu iki önemli hali işin başında yakalamamız ve bu ayrımı zihnimize yerleştirmemiz gerekiyor. İfade Edilen Bilgi; bilginin ifade edildiği ortam ne ise, o ifade ortamının şartları ile kurulan iletişim yolu ile olur. Bir şey ifade edilirken o ifadenin yürüdüğü, ifade edildiği ortam ne ise bu iletişim onunla olur, onunla ifade sağlanır. Örnek verecek olursak; ifade edilen ortam moleküler yapıysa ifade moleküler sistem üzerinden yürür. İfade edilen ortam enerjisel bir yapıysa, iletişim enerji üzerinden yürür. Konuyu yerine oturtabilmek için biz örneklerimizi yaşadığımız dünya hayatının şartları üzerinden oluşturacağız. Ama iki melek konuşurken, bir ifadede bulunurken onu moleküler sistem gibi düşünürsek yanılırız. İfadenin yapıldığı ortamın şartları neyse ifade de onun üzerinden yürür. İfade Edilen Bilgi’nin yürüyüşünü ortamın şartları tanımlar. […]
22 Mayıs 2022

Nazargah… Acziyet…

“VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in Ehad ve Samed vasıflı “Kendini Hissetmesi”nden dileğini suretlendirdikten sonra o suretin kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir. “Feyekün” sonucu; Allah’ın o Kul’daki dileğinin şartları surete KALB olmuştur. Kul’daki nazar noktası “nazargah” olarak kalmış ve KALB ismiyle anılmıştır.” İlmullah’ta Allah’ın dileği şekillendikten sonra, bir şekil bulduktan sonra onun kendini bilmesi ayrı bir olaydır. Bunun basamaklarını daha önce ayetlerle görmüştük. İşte o ilmi suretin kendini bilmesi için ona “Kendini Bil” emri gerekir. Lütfen dikkat edin; “Kendini Bil” emri için o surete Allah’ın dileğinin yönelmesi, daha anlaşılır söyleyelim oraya nazar etmesi, o nazarla “Kün/Ol” demesi ve o emrin olması! İşte o oluş kalb oluştur! Çünkü bir şeyi murad etti mi “Ol” der “hemen olur”. “Kün feyekün”. “Kün” demesi ve orada onun hemen olması, işte o oluş KALB oluş! “Kün” emri, dileğin emri bir nazar! Ve bu nazarın dokunduğu yerde KALB oluş! Dileğin kalıbının çıkışı! Kendini Bil denildiğinde ne dilenmişse, o dileğin, yani o kompozisyonun kalıbının çıkması, orada kendini nasıl bilecekse onun oluşması, yani kalb olması, o da “feyekün” sonucu! Öyleyse surette bir nazar noktası var ve o çok önemli. Çünkü bütün işi başlatan bu nazar; suretteki bu nazar noktası! Emrin dokunduğu nokta! Orası çok özel! İşte orada o an oluşan nur, o nazarla orada oluşan nur orada bir şey açar. Anlamak için bazen insani örnekler gerekiyor. Bu yüzden hiç ilişkisi olmasa da örneği verelim. Ancak tanım anlaşıldıktan sonra onu silelim, çünkü hiç ilişkisi yok. Bir bakışın bizde oluşturduğu etkiyi anlatmak için; “öyle bir baktı […]