“VahidülEhadüsSamed olan Allah, Nefs-i Vahide’den, yani Vahidiyet’in Ehad ve Samed vasıflı “Kendini Hissetmesi”nden dileğini suretlendirdikten sonra o suretin kendisini bilmesi için ona nazar ederek “Kün” demiştir. “Feyekün” sonucu; Allah’ın o Kul’daki dileğinin şartları surete KALB olmuştur. Kul’daki nazar noktası “nazargah” olarak kalmış ve KALB ismiyle anılmıştır.”
İlmullah’ta Allah’ın dileği şekillendikten sonra, bir şekil bulduktan sonra onun kendini bilmesi ayrı bir olaydır. Bunun basamaklarını daha önce ayetlerle görmüştük. İşte o ilmi suretin kendini bilmesi için ona “Kendini Bil” emri gerekir. Lütfen dikkat edin; “Kendini Bil” emri için o surete Allah’ın dileğinin yönelmesi, daha anlaşılır söyleyelim oraya nazar etmesi, o nazarla “Kün/Ol” demesi ve o emrin olması! İşte o oluş kalb oluştur! Çünkü bir şeyi murad etti mi “Ol” der “hemen olur”. “Kün feyekün”. “Kün” demesi ve orada onun hemen olması, işte o oluş KALB oluş! “Kün” emri, dileğin emri bir nazar! Ve bu nazarın dokunduğu yerde KALB oluş! Dileğin kalıbının çıkışı! Kendini Bil denildiğinde ne dilenmişse, o dileğin, yani o kompozisyonun kalıbının çıkması, orada kendini nasıl bilecekse onun oluşması, yani kalb olması, o da “feyekün” sonucu! Öyleyse surette bir nazar noktası var ve o çok önemli. Çünkü bütün işi başlatan bu nazar; suretteki bu nazar noktası! Emrin dokunduğu nokta! Orası çok özel!
İşte orada o an oluşan nur, o nazarla orada oluşan nur orada bir şey açar. Anlamak için bazen insani örnekler gerekiyor. Bu yüzden hiç ilişkisi olmasa da örneği verelim. Ancak tanım anlaşıldıktan sonra onu silelim, çünkü hiç ilişkisi yok. Bir bakışın bizde oluşturduğu etkiyi anlatmak için; “öyle bir baktı ki, içimi yaktı” deriz ya, işte bir “bakış” orada bir şey açar! Bakış! Manayı biraz yakalayalım diye versek de örnek buraya hiç uymaz, bu yüzden şimdi örneği yok edelim. Allah’ın “Kendini Bil” derkenki nazarı orada bir nur oluşturur. O nazar, o emir o kalıpta bir nur oluşturur. İşte o nur Kalb Nuru’dur ve o nur orada durur. Ona kalb nuru deriz ve o çok önemlidir. Çünkü oraya o nazar değdi! Nazar, yani emir değdi oraya! O emrin oraya ulaşması orada bir nur oluşturdu, yani o kalb oluşurken o noktada nur oluşturdu. İşte o nazar noktası sayesindedir ki, kalb nazargah olur, artık orası bir nazargahtır, nazar yeridir. Böylece oluşan o nur; kalbin nuru, sonradan yaratılanların tersine farklı, ilahi, orijinal bir statüye sahiptir ve sonradan yaratılmışta o orijinalliğiyle durur.
Kalb oluşa bir de farklı olarak bakalım. Vehim sisteminin çalışması günümüzde nasıl, neyle açıklanmaktadır? Hologram Sistem ile. Onu, yani “dünya şartlarındaki vehimsel sistemi” günümüzde şimdilik açıklayan Hologram Mekanizması’dır. Bu vehim sisteminin mekanizması, onun çalışması vehim nuru alanında olur. Herşey bir nurla ilgilidir çünkü! Bu yüzden burdaki bu mekanizmanın nurunu da vehim nuru oluşturur. Vehim nuru; Allah’ın dileğinin kalb oluşlarının aynasıdır. Vehim nuru Allah’ın dilekleri için bir aynadır. Burada yine bir insani benzetme yapalım. Normal günlük yaşantıda bir aynaya baktığınızda aynaya yansırsınız ya, işte aynaya kalb olursunuz! Kalıbınız çıkar, sizin kalıbınız aynaya çıkar, yani aynaya kalb olursunuz. Olayı biraz anlamak için bunu benzetmiş olalım. “Böyledir” sanarsak konuyu anlayamayız. Vehim nuru alanında, aynasında Allah’ın dileklerinin kalb olması, Allah’ın dileğinin vehim nuru aynasında yansımasıdır. Öyle olunca; herşey, her yaratılan vehim nuru aynasında bir yansımadır. Hal böyle olunca; denir ki; bir düşün yansımasın; sen bir yansımasın.
Bu yansımanın yani bu kalıbın nazar noktasını oluşturan kalb nurundan insana nazar devam eder! Ama öyle enteresan bir hal vardır ki, bu nazar yukarıdan aşağıya devam ettiği gibi aşağıdan yukarıya da olur! Fakat aşağıdan yukarıya olunca da, yukarıdan aşağıya olunca da Kendisidir. Dolayısıyla yukarıdan aşağıya-aşağıdan yukarıya kendisinde, kendisiyle, kendisi olarak bu nazar akışı devam eder! Nerede? Bu kalb nuru noktasında! Bu nerede? Kalıpta, kalpta! Bu yüzden nazar, Allah’ın Kendisini Hissetmesi’nin emir ve seyir halini anlatır.
Vehim nuru aynasına yansıyan, kalb olan Kul’un bir adı da âcizdir, bir özelliği nedeniyle ona âciz de denir. Bunu anlatabilmek için yine, konuyu anladıktan sonra hiçbir işimize yaramayacak olan bir insani tanım yapalım. Aynaya baktınız, orada yansımanız var, o yansıma size göre âciz değil midir? Vehim nuru aynasına yansıyan, kalb olan Kul’un işte bu özelliği yüzünden buradaki adı âcizdir; âciz kul veya kul âcizdir! Dualarda, sığınışlarda, yakarışlarda; “biz aciz kulların” diye sesleniriz, hatta bazen bunu itiraf ihtiyacı duyar ve bu hususta “acziyetimi itiraf ederim” deriz. Ama çok dikkat etmek lazım ki, özellikle “nazar noktası”yla ilgili hususlar, anlayıp kavrandığı zaman insanı çok yükseğe çıkaracağı gibi yanlış kullanıldığı zaman da çok aşağıya indirir! Eğer; “ey Allahım, en güçlü sensin, ben senin gücünde değilim. Allahım biz senin gibi güçlü değil aciziz” gibi düşünülür de acziyet böyle anlatılırsa ve Allah’a yakarış böyle yapılır, konuya böyle yaklaşılırsa bu çok yanlış olur. Bunun bizim anlattığımızla hiç ilgisi yoktur; vehim nuru aynasına yansımış olan kalbın âciziyeti ile bu tarifin hiç ilişkisi yoktur. Çünkü bu yaklaşımda güç karşılaştırması ve kıyası vardır; Allah güçlü, insan onun gibi güçlü değil, zayıf! Bakın iki tane güç var ve bunların karşılaştırılması yapılıyor. Eğer kişi güç karşılaştırması yaparak da; “Allahım, ben acizim yardım et” derse Allah ona yardım eder. O ayrı! Allah gerçek merhamet sahibidir; Erhamer Rahımiyn’dir, ona yardım eder. Ama bu yakarış yanlıştır. Bu yüzden yardım alır ama bu sesleniş onu yükseltmez, onun idrakını yükseltmez! Yani balığı yer, ama balık tutmayı öğrenemez. Neden? Çünkü kendisini de Allah’ı da ayrı, ötede bir yapı ve varlık kabul edip ikisinin gücünü kıyasladı, bu kıyasta kendinin aciz olduğunu gördü. Bu, işin aslına uymayan yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Dolayısıyla, bu yaklaşım tarzı öyle önemlidir ki, o kişi için şirkin göbeğini oluşturur, bu hal sonraki idrak için şirkin göbeğidir, motorudur. Çünkü varlıkların Allah’la kıyası yapılmıştır. Yapılmamalıdır! Allah’la konuşulurken, Allah’la ilgili bir fikir ileri sürülürken bir tanım yapılırken varlıkların kıyası yapılamaz! Kişi Allah’ı insan gibi düşünürse, insana seslenir gibi Allah’a seslenirse kıyas yapar, yanlışa düşer. Çünkü insani bakış açısıyla Allah’a yaklaşmıştır. Bu da birçok yanılgının çıkış noktasını oluşturur. Konumuz burada o olduğu için söyleyelim; Allah ve Kul arasındaki kıyas daima “var ve yok” üzerinden yapılmalıdır, buna çok dikkat etmek lazım. Kıyas, VAR ve YOK üzerinden yapılmalıdır!
Vehim nuru aynasına yansıyan kalba, kalıba bir özelliği nedeniyle aciz denmesi bu özelliğin “güç”le ilgili olmasındandır, “güç”le ilgili olduğu içindir. O kalıba “güç” açısından bakılmıştır, “güç” bakımından ona aciz denmiştir. Bu kıyası insanlar arasında yaparsanız “az güçlü çok güçlü” diye bakar, az güçlü olana aciz dersiniz. İnsanlar arasında doğrudur bu bakış açısı, ama Kul’la Allah arasında yanlıştır. Kul’la Allah arasında VAR ve YOK kıyası yapılır, daima! İki varın kıyası yapılmaz. Güç için de bu böyledir. Dolayısıyla “aciz” denildiğinde az güç, çok güç kıyası olmaz! Var ve yok; Allah’ta güç var, Kul’da yok! “Yok” olduğu için acizdir o, az güçlü olduğu için değil “yok” olduğu için âcizdir! Güçsüz, gücü yok, güç mevhumu yok; bu yüzden âciz! Dolayısıyla buradaki aciz kelimesi güç açısından yetersiz, gücü az gibi değil “yok” manasınadır, böyle kullanılmalıdır! Çünkü dualarda ve yaklaşımda bu çok önemlidir.
Şimdi yansımanın acizliğini bildiğimiz bir şeyle anlatalım. Biz yansımanın acizliğini vehim nuru noktasından başlayarak gerçek manada nasıl vurgularız, nasıl dile getiririz? “Ve la havle ve la kuvvete illa Billâh” ile, “ve la havle ve la kuvvete illa Billâh” diyerek! Bu seslenişin başladığı nokta, vehim nuru aynasında kalbın kalb olduğu andır, o andan itibarendir. Kalb olduğu an o âcizdir: Ve la havle ve la kuvvete illa Billâh! Ve la havle ve la kuvvete illa Billâhil Aliyyil Aziym!
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Hazreti Ali efendimize buyurdular ki; “yatmadan önce 10 kez “la havle ve la kuvvete illa Billâhil aliyyil aziym” demen cennette yerini hazırlamana vesiledir”. Bu sesleniş bu kadar önemlidir işte! Ama bu idrakla! “Bu idrakla” uyarısını bu yüzden defalarca söyledik, çünkü bu idrakla söylediğiniz zaman böyledir. Neden?
Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayetle Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular; “dikkat et, sana cennetin altındaki hazineyi bildiriyorum; la havle ve la kuvvete illa Billâh”. Çünkü bu, kalb için işin başından gelen bir özellik; o âciz! Kalb âciz! Ve daima, bu acziyetin şuuru, bilinci, itirafı gerekiyor! Yansımanın acizliği böyle kavrandığı zaman, bu idrak, bu kavrayış kişide çok önemli iki motoru birden devreye sokar. Birden! “Kişi bu motoru nasıl hisseder?” hem bunu, hem de bu idrakı ve o motorlar çalışınca olacakları konuşacağız, lütfen dikkat edelim. Dikkat eder ve her halinizi o süzgeçten geçirirseniz yeni bir hayat başlar. Yeni nesiller bilmez, gençliğimizde Ankara’da su sıkıntısı çok olurdu, çeşitli yerlerden su bulurduk. O suları kullanmak için hepsini tek tek süzgeçten geçirmek ve kaynatmak zorundaydık. İşte onun gibi, temiz bir hayat için hayatının her anını süzgeçten geçirmek zorundasın.
Yansımanın acizliğinin idrakı oluştuğunda devreye giren bu iki motor Hamd ve Şükür motorlarıdır; onlar devreye bu idrakla girer. Sen farkında ol olma, bu idraktaysan onlar çalışırlar, sen bu idraktaysan kendiliğinden çalışırlar, sen bu idraka gelince onlar çalışır. Hamd ve Şükür çalışınca sende şükür ve hamd hali ortaya çıkar. “Hal” olarak ortaya çıkar ki, o hal dilde zikrullahdan ileridir, zikrullahın bir üst mertebesidir…
M. Yılmaz Dündar
İnşirah Söyleşileri