EFENDİMİZ'İN (SAV) DÜNYAYA BIRAKTIĞI MAYA
Birincil ve ikincil şirkler açısından Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanların durumu özetlenecek olursa şöyledir: İsrailoğulları (Hz. Musa kavmi) ikincil şirkin cazibesinden kurtulamamış ve dünya hırsları çok yüksek duniHi ilahlar olarak yaşamışlar, öyle de devam etmektedirler. Bu sebeplerden Maide Suresi 82. Ayette “Billahi anlamda iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetliler Yahudiler ve bilinçli olarak şirk koşanlardır” buyrulmuştur. Yahudilerin düşmanlık yapmadıkları Müslüman gruplar olursa bunun sebebi o Müslümanların Billahi anlamda iman etmediklerini Yahudilerin anlıyor olmasıdır. Bu durumun farkında olmayan Müslümanlardır… Bakara Suresi 96. Ayetten öğreniyoruz ki Yahudiler dünyada yaşamak arzusu ve hırsı bakımından da insanların en şiddetlileridirler. Öyle ki bilfiil şirke batmışlardan bile daha ileridirler. Hristiyanlara gelince, Hristiyanlar birincil şirki ikincil şirk içerisine yedirerek ikincil şirklerini daha büyük bir zulüm haline getirmişler, böyle de devam etmektedirler. Hristiyanların, kendilerine has oluşturdukları bu şirkin Allah katında ne denli büyük ve tehlikeli olduğu Meryem Suresi 88-93. ayetlerde bildirilmekte ve “öyle bir şirk söylediler ki neredeyse sema çatlayacak, arz yarılacak, dağlar yıkılacak” denilmektedir. Dikkat ederseniz, Hristiyanların oluşturdukları onlara has büyük bir zulüm olan bu şirkin, kıyameti başlatabilecek derecede bir şirk olduğu ayetten görülmektedir. Allahu a’lem, işte bu tehlikeyi dengeleyen şey ise Müslümanların daim okudukları İhlâs Suresi’dir.
Şirk konusunda Müslümanlara gelince durum nasıldır? Hz. Muhammed Mustafa (SAV) Efendimiz’e tabi olmayı başarabilmiş Müslümanlar ikincil şirkleri birincil şirk içerisinde ve birincil şirkle birlikte yok etmeyi öğrenmişlerdir. Burası, Efendimiz (SAV)’in dünyaya nasıl bir nimeti aşıladığını anlayabilmek için çok önemlidir… Efendimiz (SAV)’e salâvat okurken nasıl bir duyguyla, O’na nasıl bir bağlılıkla, nasıl bir şükranla, nasıl bir sevgiyle, nasıl bir muhabbetle, nasıl bir ihtiyaçla, nasıl bir iştiyakla okumamız gerektiğini anlayabilmek için de bu önemlidir. Onun dünyaya verdiği, yaydığı ilim dünyada olmayan bir şeyin mayasıdır. Nedir o? Efendimiz (SAV)’le birlikte Müslümanlar ikincil şirkleri birincil şirkin içerisinde ve birincil şirkle birlikte yok etmeyi öğrenmişlerdir. Öğrenmek isteyenler günümüzde de böyle devam etmektedirler. Bu söylediklerimiz dünyanın hatta Samanyolu Galaksisi’nin en önemli bilgileri ve cümleleridir. Ancak dünyada yaşayanların önem verdikleri şeyler bunları öyle örtecek derecede önemli ve cazibeli hale gelmiş ki bunların farkında olmak, bunları çare gibi görmek insanların akıllarına bile gelmeyecektir. Ama Efendimiz (SAV) işte dünyaya böyle bir maya bırakmıştır.
Birincil şirkle birlikte ikincil şirkleri de yok edebilme gayretleri içerisindeyken, hatalarımızdan dolayı af dilemek ve bu yolda yardım istemek amacıyla da Rasulullah (SAV) Efendimiz Billahi anlamda iman etmiş olanlara bir tövbe dua öğretmektedir:
“Allahümme inniy euzü bike en üşrike bike şey’en ve ene a’lem ve estağfiruke lima lâ a’lem, inneKE entel Allamul guyub:
Allahım bir şeyi bilerek sana ortak oluşturmaktan kesinlikle sana sığınırım. Bilmeyerek yaptıklarım için de istiğfar ederim. Şüphesiz ki SEN gaybı hakkıyla bilensin.”
Salât ikamesine başlarken “Allahuekber” demeden hemen önce bu tövbe duayı okumak, bunu alışkanlık haline getirmek çok güzel bir davranış olur inşaAllah… Böylece, Amentü Billahi diyerek, bu beyana uygun fiiller ortaya koyan Müslümanların kalbi Allah’a karşı katı olan kalp olmaktan kurtulur ve Ra’d Suresi 28. Ayette belirtildiği üzere mutmainlik huzuruna kavuşur.
Hz. Musa (AS) kavmi hiçbir zaman “Allah’a karşı katılaşmış kalp” halinden kurtulamazlardı. Çünkü kalbi katılaştıran ikincil şirkler değildir, doğrudan birincil şirktir. İkincil şirklerden uzaklaşmakla kalplerin katılığı zaten düzelmez. Birincil şirki ve ikincil şirki kısaca tanımlayarak hatırlayalım mı?
Birincil şirk, duniHi algı ve zannlarına sahip çıkarak “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunarak, ilahlık hissiyatına bürünerek, bir duniHi ilah olarak hayat tarzı oluşturmaktır. Dünyadaki bütün kaynaklara bakın lütfen ve elinizi de vicdanınıza koyun, şirkin tarifini bulamayacaksınız. Kur’an ve hadisler dışında, açıklama yapılmış olarak şirkin tarifini bulamayacaksınız. Birincil şirk, duniHi algı ve zannlarına sahip çıkarak, “müstakilen varım ve muhtarım” iddiasında bulunarak, ilahlık hissiyatına bürünerek bir duniHi ilah olarak hayat tarzı oluşturmaktır. İşte insanın âşık olduğu şirk budur, bağlı olduğu şirk budur.
İkincil şirki de tanımlayalım: Bir duniHi ilahın, ilahlık hissiyatını tatmin etmek, desteklemek, gücünü artırmak amacıyla karşılık/kapasite oluşturmaya çalışmak, o hissiyatını kutsamak, korumak gibi ihtiyaçlara yönelik amaçlarla kişinin kendi ilahlık hissiyatının dışında duniHi vasıflı “müstakilen var ve muhtar” güçler ilan ederek onları kutsaması, onlardan yardım ve destek beklemesi, en önemlisi onları amaç edinmesi gibi haller ikincil şirktir. İkincil şirkler kişinin ilahlık hissiyatının ihtiyacıdır. Bu şirk, birincil şirkle yaşayandaki ilahlık hissiyatının ihtiyacıdır. Kişi bu amaçla kendi ilahlık hissiyatı dışında yeni bir şey tanımlıyor; duniHi vasıflı, “müstakilen var ve muhtar” güçler ilan ediyor. İhtiyaç duyduğu için… İşte ilan ettiği bu güçleri kutsaması, ondan/onlardan yardım istemesi, destek beklemesi, en önemlisi onu/onları amaç edinmesi, bütün bunlar ikincil şirk kapsamına girer.
Anlıyoruz ki Allah’a ve Billahi anlamda imana karşı kalbi katılaştıran, o kalp sahibinin ilahlık hissiyatıdır. İlahlık hissiyatının fiiller olarak ortaya çıkış şiddeti de kalbin katılığını, tavizsizliğini ve merhametsizliğini doğrudan etkilemektedir. Yoksa ikincil şirkler, yani ilahlık hissiyatının ihtiyaç duyduğu putsal oyuncaklar kalbi katılaştıran etkenler değillerdir. Kalbi katılaştıran asıl sebep, o kalp sahibinin ilahlık hissiyatıdır…
“Kişinin Allah'a "Amentü Billahi" kapsamında yönelmesi, Billahi manada iman etmesi Allah'ın dışı var sanmamasıdır. Billahi manasıyla iman Allah'ın dışı var sanmamaktır; Allah'ın dışı var sanıp ve orada müstakilen var ve muhtar bir şeyler üretmemektir. Kendini Allah'ın dışı var da sen de oradasın sanmamak; bu Amentü Billahi kapsamında imandır. Kul olma bilinci işte bu yönelişin temelini oluşturur. Çünkü bu yönelişin temelinde şu var: Diyorsun ki Allahım beni yaratan sensin. Ama bunu dunihi algı olmaksızın, Amentü Billahi kapsamında söylüyorsun: Senin dışın var da beni de dışında yarattın değil!"