Merhamet ayındayız, Allah’tan merhamet isteyen çok kısa bir yol göstermek istiyorum. Ama önce bir notla başlayalım:
Nefs-i Levvame sürecindeki talib Nefs-i Mutmainne haline ulaşıncaya kadar dûniHİ algıya daima düşer, mecburen! Mutmainne’ye kadarki süreçte talibin esas görevi dûniHİ algıdan çıkmak için gayretle çalışmaktır. Ta ki oradan geri dönüşsüz çıksın. Eğer talip, “dûniHİ algıda mıyım?” diye her halini test etmezse, uzun süre farkında bile olmadan dûniHİ algıda yaşar. Bu algıda olunca bu algıya ait zannlar kaçınılmazdır. Biriken bu zannları temizlemek ise zordur, zaman alır. Bu yüzden, dûniHİ algıda mıyım diye kendimizi daima test etmeliyiz. Bu konunun çalışılabileceği en güzel zaman ve ortamlar Ramazan Ayı’ndadır. Belki Ramazan Ayı’nın bir sebebi de budur. Rabbimiz bu kudsi hadiste buyuruyor: “Benim kullarıma (insanlara) merhametimin delili (işaretidir) ki onlara Ramazan Ayı’nı ve İhlâs Sûresi’ni verdim.”
DûniHİ algıdan kurtulmak için Ramazan Ayı önemli bir zaman dilimidir, “ben dûniHİ algıda mıyım?” diye test yapmamız için bu ay oruçla beraber çok önemli bir laboratuardır. Orucun aç kalmak ve bazı şeylerden uzaklaşmak olmadığını, oruçla yapılanların birer vesile, işi disiplinize eden vesileler olduğunu inşaAllah görür, yaşarsınız. Onlar asıl amaç için kullandığımız şeylerdir, amaç başka bir şeydir. “Onların (kurbanların) kanları Allah’a ulaşmaz, ancak takvanız ulaşır” âyetindeki gibi, oruçta da Allah’a ulaşacak olan açlığımız değildir. Onun için, Ramazan’da yapılan antrenmanlarda açlık vesilesiyle, açlığın bizi disiplinize etmesi, bizi dünyadan ayırarak işimizle meşgul ettirmesiyle ilgili bir hedefimizin olması lazım. Ve her Ramazan bir hedef koymamız lazım. İlk ve öncelikli hedef dûnillah algıdan sıyrılmaktır. Öyleyse, “Ben bu hareketimle, bu cümlemle dûnillah algıda mıyım?” diye daima 7/24 test yapmak, Ramazan Ayı’nı bu test için çok özel bir fırsat bilip daha da yoğunlaşarak yapmak önem arz ediyor.
Bu açıklamadan sonra Allah’tan merhamet isteyen kısa yolu görelim. Bu bir dua: “Allahümme inni eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke: Allahım bana sevgini/aşkını ver ve Allahım bana seni sevenleri sevdir.”
Bize öğretilen bu duada hem Allah sevgisi hem O’nu sevenlerin sevgisi var. Allah’ı sevenleri sevmek nedir, oradan başlayalım, önce onu anlamaya çalışalım. Neden “Allah sevgisi” yanında bu da var?
Allah’ı doğru tanımış olanları, eş koşmadan Allah’ı sevenleri sevmek zordur da onun için. Hayatta onlara işkence yaparsınız, zulmedersiniz, sistem böyledir. Cehennemlik veri taban Allah’a eş koşmayanı sevmeye yönelik değildir, müsait değildir. Reddedilen, cennetten kovulan hal Allah’a eş koşmayanı sevmez! “A” Takdim Formu “BEN” idrakı Allah’ı gerçekten sevmez. Bu yüzden, bizim “Allah gerçekten nasıl sevilir?” bunu Allah’tan istememiz, onu bize öğretmesini istemek gerekiyor. “A” Takdim Formu “BEN” bilinci Allah’ı gerçekten sevmeyi bilmez, bilemez! Allah’ı sevenleri de sevemez, o bilinç bu sevgiyi bileme. Bu yüzden, Allah’ı sevenleri sevmek bir lütuftur. Allah dilememişse, maalesef insanlar Allah’ı sevenleri de sevemezler. Allah’ı sevenleri gördükleri zaman ürker, ürperirler. Bazen kalabalık ortamlarda rastlarım. Mesela, şimdi Ramazan ayındayız, bir anda Tv’de Kur’an okunmaya başlayabiliyor. Kişi dayanamayıp hemen kanal değiştirir. O yapı Kur’an’ı dinleyemez, orada duramaz, duymaya dayanamaz! “A” Takdim Formu “BEN” öyledir; Kur’an o bilinci rahatsız eder, ona matkap sesi gibi gelir. Bu yüzden Efendimiz, o sevginin bizde açılabilmesi, bizdeki sevginin “A” bilincinden “B” bilincine hicret edebilmesi ve o sevgiyi “B”de yaşayabilmemiz için bize bu duayı öğretiyor: Allahümme inniy eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke.
Bakara-212’de; “onlar (Allah’a eş koşanlar) iman edenlerle alay ederler” buyrulur. Çok rastlarız buna: Bir konu olur “inşaAllah” dersiniz, “inşallahla maşallahla olmaz, işimiz inşallaha mı kaldı!” derler, alay ederler sizinle. Bir şey teklif ederler almazsın; “ya bu da hiç menfaatini bilmiyor, salak” derler. Halbuki kendisi salak! Allah’a eş koşmaktan daha büyük salaklık olur mu? Salaklık yalnızca budur: Allah’a eş koşmak! Allah’a eş koşuyor olanlar ne yaptıklarının farkında değildir, bu yüzden alay ederler sizinle. Dolayısıyla, “alay eden o idraktan kurtulayım, o durumda olmayayım” diye dua ediyoruz: “Allahım, birisi sana eş koşmuyor ve seni seviyorsa aman ona zulmetmeyeyim, aman ona yanlış davranmayayım!” Çünkü Allah’a eş koşmayanın her şeyi sizi rahatsız eder, o sizin veri tabanınıza uymaz. Uymayan anahtar gibi. Kapıya yanlış anahtarı zorlarsın da kapı rahatsız olur ya, Allah’a eş koşmayanla irtibatta olan da o anahtarla kapıyı zorlayan gibidir. Rahatsız olur, kapı açılmaz! Bu yüzden “Allahım seni sevenleri bana sevdir” diyoruz. O’nu seveni sevmek kolay olsa ayrıca dua gerekmez ki, kendiliğinden akan su gibi olur. Ama değil! Allah’ı seveni sevmek, duniHİ algıda olanın veri tabanına yokuş yukarı akmak gibi gelir. Bu dua ile bize o veri tabanından kurtulmanın duası, reçete ikram edilmiş: Seni sevenleri sevdir de onlara zulmetmeyeyim Allahım.
“Allahümme inni eselüke hubbeke; Allahım bana aşkını ver, sevgini ver!” duası aslında bir ORUÇ’tur, çok güzel bir oruçtur. Bu duayı Ramazan’da çok güzel değerlendirebilirsiniz, Ramazan haricinde de! Bir örnek verelim: Susadınız, su buldunuz ve içtiniz, “ElHamdü Lillahi Rabbil alemiiiyn” dediniz. O suyu yutarken Allah’ı unutursunuz. Susuzsun ya, o su damağından geçerken onun güzelliği, sevgisi sana Allah’ı unutturur. Sonra hatırlarsın. Bu çok kısa ve legal olduğu için seni rahatsız etmez. Ancak Talib’i, kısa yol arayanı rahatsız eder! Dikkat edin, suyla gelen bu dinginliği sevmek suç değildir. Seni telaşlandıran şey su içerken O’nu unutmandır, seni o telaşlandırır ve bu duayı yaparsın: Allahümme inni eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke: Allahım bana aşkını, sevgini ver. Ver de bunları örtsün geçsin, suyun sevgisi daha ileri olmasın.” Şimdi Hazreti Davud aleyhisselam’ın “Allahım bana sevgini serin sudan sevimli kıl” duasını, sığınışını iyi anlarsınız.
Ve bu bir Rasul duası, bunu hayatınıza yayabilirseniz ne güzel olur inşaAllah. Bilmeliyiz ki her Rasulün hareketleri hayatımızda var. Onları tek tek konuşabiliriz. Hazreti Âdem’in halini, duasını hatırlayın, hiç ondan farklı değiliz ki! Sen de bir Hz. Âdem’sin! Niye? Kovuldun! Sen de o idraktan kovuldun, aynısın! Senin de bu yüzden duan “Rabbena zalemna enfusena ve inlem tağfirlena ve terhamna le nekünenne minel hasirin” yakarışıdır. Sen de bir Hz. Davud’sun, “Allahım bana sevgini serin sudan sevimli kıl” diye duadasın. Sen de bir Hz. Yunus’sun, “La ilahe illa ente Subhâneke, inni küntü minez zalimin” diyen arayıştasın. Sen de bir Muhammedî’sin, “Sübhanallahi ve Bihamdihi Sübhanallahil Azim, Estağfirullah ve etûbü ileyh” duruşundasın, onun telaşındasın. Rasullerin hepsinin hakikatini kendimizde bulup, açığa çıkarabiliriz.
“Allahım bana sevgini ver” duasının çok güzel bir oruç oluşunu bir örnekle daha görelim ki iz oluştursun inşaAllah. Yavrunu özlemiştin, geldi gördün, sevdin sevindin. İşte o anda hemen sığın: Allahümme inni eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke: Allahım aşkını sevgini bana öyle bir ver ki, hiçbir sevgi onun önüne geçmesin. Böylece Allah sevgisini öğrenmek için yanman gerekmez, bir şey kaybetmen gerekmez. Kendin itiraf ediyorsun, kendin o işle meşgulsün, öğrenmen için elini sobaya dokunman gerekmiyor. Neyi seviyorsan neyi, bu geçerlidir! Neyi özlüyorsan veya içinden ne sana hoş gelmişse neyi öyle fark etmişsen bu kısa yol geçerlidir, bu oruç ona ilaçtır! Düşün bir; hiç öyle olmayan bir vakit geçiyor mu? Sürekli bir şeye meylediyor, ilgi duyuyor, bir şeyden hoşlanıyorsun. Yolda yürüyorsun, vitrinde hoş bir gömlek gördün, hoşuna gitti, gitsin. Olabilir, bir yanlış yok. Ama Rabbine yönelt:
“Allahümme inni eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke; Allahım aşkın, aşkınn! Aşkın, sevgin bunları geçsin…” Bu sığınıştaysan, o zaman git, istersen yüz gömlek sev. Ne fark eder, eğer Allah aşkı öndeyse…
Bu dua bu kadar kısa bir yol. Neyin kısa yolu? Tanrılık iddiasındaki yapıdan kurtulmanın kısa yolu. Kulu o yapıyı yakalasın ve kurtulsun diye bir duadır bu: “Allahümme inniy es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke.” O yapıyı fark edenin sığınacağı bir dua: Allahım! Allahım, bana sevgini öğret. Sevgini, aşkını ver ve bana seni sevenleri sevdir! Bu dua öyle bir şey ki, ama ondan önce şu hatırlatayım: Sizi ancak Allah’ı seven sever. Şeytan yanınızda sıkılır, sizi sevmez. Ne gibi? Birisi futbolu çok seviyor, durmadan futbol konuşuyorsa futbolu seven birisi onun için önemlidir. Beraber saatlerce futbol konuşur, vaktin nasıl geçtiğini anlamazlar, futbolda “aynı dili” konuştular ya, Allah’ı sevenler de Allah’ı konuşunca memnun ve mutlu olurlar. Onun yanına hiç futbol maçı izlememiş, futbolla ilgilenmeyen, sporu “futbol” değil de “spor” olarak bilen biri düşerse, hiç bir şey konuşamazlar, sıkılır gider. İnanan için de bu böyle! O da ister ki Sevgilisi konuşulsun, Allah konuşulsun. “Allahümme inniy eselüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke” bu halin duasıdır: Onlar da birbirlerini severler ve Allah konuşmayı severler, bu yüzden onların yanında şeytan sıkılır. Bu duayla meşgul bir kişide bu duanın açılımı izlenebilir mi? Evet, izlenir. “Allahümme inniy es’elüke hubbeke ve hubbe men yuhibbüke” duasının açıldığı kişiye salât cazip gelir. Salâtın sahibi olan Allah’ın salâtı ona cazip gelir. Buradan anlarsınız, o dua ona/size açılıyor. Fark edersiniz ki dünyalık öneriler salâtınızı, tefekkürünüzü, zikrullahı engelliyorsa canınız sıkılır. Öyleyse anlayın ki bu dua size açılıyor, önemli bir işarettir bu! Dünya size cazip gelmeme başlar. Dünyayla ilgili cazibeyi fonksiyonsuzlaştırmak için tefekkürle sığınacağımız bir ayete de bakalım. Kehf-45’de Rasulüne buyuruyor: Onlara, güçlü tabiat ürünlerini, yemişleri, bitkileri, önemli sürüleri örnek ver ve de ki: Onlar yeşeriyor, güçleniyor ama sonra ne oluyor? Çürüyor! Dünyanın her hali böyle! Çürüyüp ellerinden akıp gidecek şeye bu kadar bağlanmasınlar. Bu konuda Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, kızı Hz. Fatıma’ya öğreterek bize bir hediye veriyor. Şimdi paylaşacağımız olaya bu bakışla bakın lütfen. Babasına âşık, babasına baktığı zaman alnındaki nûru gören, babasına işkence edildiğini, işkembe döküldüğünü görünce, o üzüntüyle koşup gidip üstünü başını temizleyen ve “babacığım üzülme, merak etme” diye teselli eden bu sevdalı yavru, bir gün komşularının teşvikiyle babasına ganimet gelen esirlerden bir yardımcı istiyor. Ama o bir Rasul kızı. Çok dikkat edin, “Rasul kızı” olmak çok farklıdır. Normal mü’minlerden değil, o Rasul kızı! Fatıma (ra) eşine diyor ki; ya Ali, babama git, kendi malından, kendi elinin altındakilerden bize de versin de biz de geçimimizde rahatlayalım. Hazreti Ali gidiyor, ashabın cemaatine, sohbete giriyor. Bu usul Rasulullah Yöntemidir! Giriyor, ama bir şey söyleyemiyor! Geliyor eve, ne yaptın ya Ali? “Söyleyemedim” diyor. Kadın kadındır! Beceremedin ha, bir daha git! Hz. Ali bir daha gidiyor. Oturuyor, yok gene yapamıyor. Dönüyor geliyor; yapamadım ya Fatıma, söyleyemedim. “Öyleyse ben giderim” deyip gidiyor: Ey babacığım, böyle böyle… Efendimiz; “ey benim güzel kızım veremem, sen Rasul kızısın veremem. Ama sana daha hayrlı bir şey öğreteyim. Yatmadan önce otuz üç sübhanallah, otuz üç elhamdülillah, otuz üç Allahu Ekber de” diyor. Bunların sayısında rivayetlere göre farklılıklar var. Mesela yüze tamamlamak için “otuz dört Allahuekber” de denir. Ama önemli olan söyleneni yapmak, önce söyleneni yapın! Bunu önemseyin! Kızına, ciğerine öneri bu! O’na âşık olan yavrusuna öneri! Babasının ahirete intikalini öğrendiği zaman yüzü solan, ağlayan, “peşimden en erken sen geleceksin” dediği zaman da sevinen aşığına öneri! Düşünün ki, daha yirmi beşinde değil, babasının peşinden en önce o gidecek diye bir anda yüzü gülüyor! Soruyorlar; “ne oldu ya Fatıma, baban böyle dedi hepimiz üzgünüz, ama sen biraz sonra güldün?” Anlatıyor, böyle böyle dedi bana! İşte ona öneri; Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber!
Nefs-i Levvame’de yapılacak zikrullah budur: Sübhanallah Elhamdülillah Allahuekber. Yaptığınız diğer tüm zikirleri bunu hakkıyla yapmayı öğrenebilmek için, o idraka gelebilmek için yaparsınız, hedef budur! Buradan bize şöyle de bir kapı açılıyor, anlıyoruz: Eğer -yatmadan önce- bunu önemser, önce söyleneni yapar, sonra bunlar ne manaya geliyor araştırırsanız ve düşünerek o manaları yaşayarak bunu yaparsanız kanaatim odur ki; dünya size hoş gelmez. 33, 33, 33, ne kadar zamanınızı alır? Ama dikkat edin, bakarsınız bir yerinde uyumuşsunuz, uykusu olmayan bile uyuyuvermiş. Evet, kızının öyle bir talebi üzerine; “sana daha hayrlı bir şey, al sana bir ilaç” diye yapılan bir öneri! Demek ki önemli! Bu ilacı değerlendirin inşaAllah.
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “O zor günde, müflis duruma düşen müslümanlar için üzülürüm, öyle olmayın! Müflis duruma düşersiniz diye korkarım.” MÜFLİS iflas edendir. Lütfen, lütfen bunu önemseyin. Neden, biliyor musunuz? O zor günde müflis olma ihtimali çok yüksek! İnsan o merdiveni çeşitli sebeplerle çıkabilir. Bir basamakta oturmak için, sürekli ilerlemek için… Ama bir de düşenler var. Demek ki, düşmek için de merdiven çıkılıyor! Bu yüzden düşme/müflis olma ihtimali yüksek! “A” yapı bulunduğu sürece düşme ihtimali yüksektir. Bu yüzden düşme ihtimalinin yüksek olduğunu önemle kabul etmelisin ki kurtulma araştırmasına giresin! Seni iflas ettirecek davranışı ara, bul ve düzelt! Büyük ihtimalle “seni müflis yapacak” bir halin var, büyük ihtimalle! Bir iş yerini düşünün. Bir ekonomist geliyor firmayı inceliyor, “sizin gözünüzden kaçmış, şu iş sizi batırır” diyor. Kendileri fark etmiyor, ama o rapordan sonra onu önemsiyorlar. Lütfen kendi analizinizi yapın, raporunuzu çıkarın; sizi müflis yapacak noktalarınızı tespit edin, bulun onları ve gereğini yapın. Şimdi sizi müflis yapacak birkaç özelliği, söyleyeyim ki, araştırmanız kolaylaşsın inşaAllah.
Sizi iflas ettirecek şey, olumlu gayretleriniz yüzünden görülmez hale gelir, onlar örter onu. Olumlu halleriniz, sizi iflas ettirecek o davranışınızı örter, bu yüzden onu göremezsiniz! Özellikle oralarda arayın, “başarılıyım” sandığınız noktalar onu örter. Peki, bunu ararken nerelere bakalım?
Çok sevdiğin yere bak! Neden? O çok sevdiğin şey [bir insan, bir olay, bir davranış, bir eşya, bir mülk] neyse, o çok sevdiğin şey yüzünden Allah’ın hakkını unutuyorsundur! O çok sevdiğin şeyin sana Allah’ın hakkını unutturduğu bir nokta vardır! Bu yüzden, çok sevdiğin yere bir bak.
Çok kızdığın yere bir bak! Bu ihtimal daha yüksektir! “A” yapının kızdığı yerler çoktur. O yüzden çok kızdığın yere bir bak! Niye? Çok kızdığın noktalarda da kulun hakkını unutuyorsundur. Çok sevdiğin sana Allah’ın hakkını unutturur, çok kızdığın ise kulun hakkını unutturur. O kızgınlık yüzünden kulun hakkını göremezsin, unutursun, o da seni müflis yapar.
Çok önemsediğin veya hiç önemsemediğin yerlere bak! Her ikisi de Hakk’ı görmeni engeller! Bunları hayatınızda incelemeye gayret etmelisiniz. Müflis olmamak için, müflis olmaktan kurtulmaya talipseniz!
Bizim okul dönemlerimizde şimdiki gibi zengin teknoloji imkânları ve medya çok yoktu. Nerede ne bulsak; yırtık gazete falan okumaya çalışırdık, zorla radyo dinlemeye çalışırdık. Takvim yaprakları önemli bilgi kaynaklarımızdı o zaman. Çabucak biterdi, çünkü iki satır, altta bir iki satırlık söz. Çabuk biterdi ama tesiri uzun sürerdi; bizi çok düşündürürdü! Ortaokul belki ikinci sınıftaydım. O zamanlar okuduğum bir söz hep kulağıma küpe olanlardandır, küpelerdendir. Küpe çok, küpelerden biri de bu! Buyuruyor ki; ey akıllı, aklın başına geldiğinde pişman olacağın işi yapma. Dikkat edin “ey insan” demiyor, akıllıya hitap ediyor, “B” yolcusuna hitap ediyor. Tanrısından kurtulmak isteyene hitap ediyor; ona “akıllı” diyor. Çünkü o yolu seçmişse o akıllıdır! Ey akıllı, aklın başına geldiğinde pişman olacağın işi yapma! Onlar iflas noktalarıdır, seni müflis yapar. Öyleyse onları önceden tespit et! Saffat Suresi’yle devam edelim, bir tespit var, görelim:
“Onlara “La ilahe illallah” denildiğinde, telkin edildiğinde muhakkak ki onlar kibre sapıp büyüklük taslamışlardır.” (Saffat-35).
Tesbit şu: Yanlışta olanlara “La ilahe illallah” denildiğinde, bu telkin edildiğinde onlar kibre sapıp büyüklük taslıyor! Bu kibir önemli. Burada kibir denilen tanrıdır, “A” takdimiyle “BEN” diyendir! “A” takdimiyle “BEN” diyen, tanrılık iddiasına sapmış, kibre sapmış, kendilerini Mütekebbir ilan ederek “BEN” demişlerdir. Yani varlıklarını Allah’a eş koşarak büyüklük taslamışlardır. Oysa; Mütekebbir olan Allah’tır, Mütekebbir! Kibir sahibi O’dur! Ancak O “BEN varım” diyebilir, O’nun hakkıdır. Dolayısıyla, kibre sapıp [yani kendilerini Mütekebbir ilan edip, bu manada “BEN” deyip varlıklarını Allah’a eş koşup] büyüklük taslamışlardır. Bu ayetteki “telkin” kelimesi önemli bir manadır, onu şu ayetlerle ilişkilendirip daha iyi anlamaya çalışalım.
“Kim verir ve korunursa, El Hüsna’yı tasdik ederse, böylece ona en kolayı kolaylaştırırız. Kim de cimrilik eder ve müstağni olursa, El Hüsna’yı yalanlarsa ona en zoru kolaylaştırırız. Cehenneme yuvarlandığında malı ona hiçbir fayda sağlamaz. Muhakkak ki “hakikate erdirmek” bize aittir.” (Leyl; 5-12).
Bu ayetlerde söylenmek istenen manalara kısa kısa bakalım:
“Kim verirse ve korunursa;” (Leyl-5). Neyi veren ve neden korunan, bunu bilmemiz gerekiyor. Çünkü veren ve korunan cennete, cimrilik yapan cehenneme! Bu ayetlerde böyle gözüküyor. Peki, kişinin cimrilik yapacak malı mülkü yoksa, verecek parası yoksa ne olacak? O cennete mi cehenneme mi? O, bu ayetin muhatabı mı değil mi? Meal para ve mal üstüne bina edildiğinden, ayet sadece para/mal vermek gibi anlaşıldığından çözemiyorlar, perdeleniyorlar. O da doğru. Ama o, pencerelerden yalnız birisidir, para penceresidir! Bu iş yalnız para penceresi değil ki. “Kim verir ve korunursa”nın muhatabı yalnızca zengin olan değil! İster zengin ister fakir, kişinin bir şeyini vermesi gerekiyor! Neyi? Muhtariyetini! O zaman mana; “kim muhtariyet ilan etmez ve bu halden korunursa” olur. Kim verirse ve korunursa; kim muhtariyetini, iddia ettiği benliğini verirse, “Muhtariyeti Tercih Gücü”nü tanrılık iddiasında kullanmazsa ve bu amaçla da korunursa! Siz bu ayetteki manaya para olarak bakarsanız, “parayı veren korunur” manası çıkar. O zaman fakir ne yapsın? Demek ki yalnız öyle değil. Para/mal, bu ana konunun içerisindeki “zengin ayrıca ne versin?” sorusunun cevabıdır! İnsan ne yapacak, insan? O, şu mananın gereğini yapsın: Kim verirse ve korunursa; yani kim muhtariyet ilan etmez ve bu halden korunursa!
“El Hüsna’yı tasdik ederse;” (Leyl-6). Bu ayeti şöyle yanlış anlamamak lazım: Kişi zengin, parasını da verdi, korunacak! Neden korunacağı belli değil, ama kendince korundu. Kendine göre de “El Hüsna’yı tasdik” etti; “nerede ne kadar Esma’ül Hüsna varsa hepsini tasdik ettim” dedi. El Hüsna’yı tasdik bu değildir! El-HÜSNA Güzel demektir! “Güzel”i öğrenmiştik. O zaman, “El Hüsna’yı tasdik ederse” ayetinin seslenişi şöyledir: Kim tam olanı, güzel olanı, yakin sağlayanı, örtüyü yok edeni tasdik ederse, tanrı ilanından kurtulma yollarını ve ondan korunduğu zaman yaşayacağı hali ve bu hali yaşarken ulaşacaklarını tasdik ederse! GÜZEL o çünkü!
İlan ettiğimiz tanrının güzellik anlayışı elbette farklıdır. Çünkü o, ne yana dönerse hemen kendi anlayışına, kendi güzeline göre karar verir! Hayır, Allah güzeli ve çirkini tarif etmiştir! Biri hakkında güzel veya çirkin denecekse Allah’a göre söylenmelidir. Allah’ı örtüyorsa, bu iddianın peşindeyse ve bunu ortaya koyuyorsa o NECİS’tir, PİS’tir, ÇİRKİN’dir. Ayet öyle diyor! Kim de Allah’ı örtmemek için çırpınıyorsa, şiddetle def ediyorsa o da güzeldir. O yemin bu güzelleri kapsar: And olsun ona, onlara and olsun; onlar güzeldir. El Hüsna odur işte! Ayet diyor ki; kim o güzeli tasdik ederse! Güzele yemin var, ona “and olsun” deniyor! “And olsun” denilen o güzeli tasdik etmek! Demek ki, güzel tanrılığının ve tanrıların güzeli değil! “Benim güzellik anlayışım iyidir, güzelden anlarım, nerede güzel görsem bilir, tasdik ederim” değil! O tanrının işi! Dikkat ederseniz ayette “verme ve Hüsna” ilişkisi var: “Kim verirse ve El Hüsna’yı/Güzeli tasdik ederse.” Anlıyoruz ki; vermeden olmuyor! Neyi? Tanrıyı vermeden olmuyor, o ilişki kurulmuş. “BEN”liğini, “var”lığını, varlık iddiasını, varlık iddiasına dayalı fiillerini vereceksin! Vermek budur: Onları terk edeceksin, şiddetle def edeceksin! Ne olur o zaman?
“Böylece ona en kolayı kolaylaştırırız;” (Leyl-7). Kolay olan bu yolu ona kolaylaştırırız. Bu yüzden, B0’dan sonrası yokuş aşağı akan su gibi akar gider!
“Kim de cimrilik eder ve müstağni olursa;” (Leyl-8). Cimrilik ederse ifadesini de yalnızca parayla ilişkilendirirseniz, hayır derneği öğütlerine benzer. ESAS CİMRİ Benliğini vermeyendir. Size enteresan bir şey söyleyeyim: Birçok hayır yapan niye yapar biliyor musunuz? “Benliğim gitmesin” diye! Hazine’yi vermemek için! Hazinede, kasada çok önemli bir şey saklıyordur, önünde de mücevherler var, gelenler kasaya ulaşmasın diye mücevherlerden dağıtıyor. Uzaktan gören de; “ya, ne hayırsever, ne fedakâr adam, mücevher dağıtıyor” der. Hayır! O cimri kasasını koruyor! O esas cimri, Benliğini saklıyor! Kasayı, Benliği verirsen, zaten hepsi gidecek! Ondan sonra bunları tek tek saymaya gerek yok ki; “Mülk Allah’ındır” dedin mi bitti! CİMRİ muhtariyetini vermeyendir! Kim de cimrilik eder ve müstağni olursa: Muhtariyetini önemser, ona ait fiiller ortaya koyar ve MÜSTAĞNİ olursa; arınma çalışmaları yapmazsa! Müstağni; arınma çalışmalarını önemsemeyendir, yapmayandır.
“El Hüsna’yı yalanlarsa;” (Leyl-9). Bu yolu [güzel olanı] yalanlarsa, “öyle bir şey yok” der de yalanlarsa!
“Ona en zoru kolaylaştırırız;” (Leyl-10). O zor ona çok kolay gelir; nasıl olduğunu fark etmez, nasıl düştü fark etmez! Ve sonucu 11. ayet söyler:
“Cehenneme yuvarlandığında malı ona hiçbir fayda sağlamaz.” (Leyl-11).
Ayetteki ‘mal’ı para veya mal sanarsanız cehennemin sıcaklığında o malın ne hükmü olur, o sıcakta onun malı mı kalır? Peki, mal ne? MAL malından meydana gelen zanndır, malına güvenden meydana gelen kibirdir, zandır! Ona o bir fayda sağlamaz; muhtariyet adına biriktirdikleri, muhtariyet adına yaptıkları; muhtariyet adına oluşturduğu güç, kuvvet, mevki, kendinin sandığı bedeni, neyi varsa o, artık ona bir fayda sağlamaz.
Mustafa Yılmaz DÜNDAR
SEN TANRI MISIN Kitapçığından